23 Mart 2012 Cuma

İNGİLTERE BİRA TESİS ZİYARETİ – BİRA TADIM SEYAHATİ 2 (THE KERNEL BREWERY)


Londra’daki bira maceramıza eşyalarımızı yerleştirir yerleştirmez ertesi günkü bira tadımına kendimiz ve damaklarımızı hazırlamak adına detaylarına “Bira Tadımları” bölümlerinde yer vereceğim farklı türdeki biraları satın almakla başladık. Ertesi sabah ise The Kernel Brewery’nin rutin Cumartesi tadım günlerinden birine katılmak için yola çıktık. The Kernel İngiltere’de neredeyse en mikro düzeyde üretim yapan bira tesisi, hatta buna tesis demek en azından üretim hatlarını büyütene kadar yanlış olur. The Kernel, biranın üretiminden şişelerin etiketlenmesine kadar her şeyin elle yapıldığı bir mikro brewery, yani tam bir craft bira (butik bira). Bu biraların üretildiği küçük alanda ve bahçesinde her Cumartesi tadım günleri oluyor ve burası bira severler tarafından saat 10.00-15.00 arasında büyük bir ilgiyle ziyaret ediliyor ve Tüm Kernel biraları burada satışa çıkarılıyor. Hemen yan tarafta bulunan komşu peynirciler ve etçiler sayesinde çeşitli eşleştirmeler de yapmak mümkün.




Biz Kernel’e 13.00 gibi vardığımızda tüm çeşitleri bulamasak da o gün tadabileceğimiz kadar değişik türde biralar hala satılmayı bekliyordu. Normalde tadımın son saatlerine doğru biraların çoğunun satılmasına rağmen o gün yağan hafif yağmur adeta şansımız gibiydi. Stantta yer alan biralara baktığımızda Pale Ale, IPA ve Stout, Breakfast Stout olmak üzere 4 ana çeşit bira vardı. Ancak IPA ve Pale Ale türlerinin farklı şerbetçiotlarıyla üretilmiş çeşitleri sayesinde toplam 8 farklı bira satın aldık ve depodan satış olmasına rağmen hatırı sayılır bir para bıraktık. The Kernel’in biralarının 33cl depo satış fiyatı 10TL ile 20TL arasındaydı (İngiltere’de Carlsberg gibi ortalama bir 50cl lager bira fiyatı 3TL) ve bu kısıtlı miktardaki özel biraları stoklayabilen şanslı mekanlardan birinde tadım yapmak zorunda kalsaydık ekonomik açıdan epey yıpranacaktıkJ




The Kernel’in bulunduğu çevre butik gıda üreticilerinin ve diğer çeşitli küçük işletmelerin bulunduğu bir yer. Bizdeki Kapalıçarşı’nın dışını andırıyor ve irili ufaklı dükkanlar ile mikro düzeyde üretim tesisleri mevcut. London Bridge metro istasyonundan çıkıp köprüyle paralel yolda 15dk yürüme ile buraya ulaşabiliyorsunuz. İçeride ise çok sıcak bir ortamla karşılaşıyorsunuz. Dilerseniz sahibi ve brewmaster’ı Evin, ürettikleri biralarla ilgili tüm detayları seve seve aktarıyor, öyle ki kendisi birkaç birasının formülünü bile bizimle çekinmeden paylaştı. Etrafta ise bizim gibi farklı ülkeden bira tatmaya gelmiş başka bira fanları da vardı. Benim tadım yapıp biralarla ilgili not aldığımı görünce “beer hunter” mısın diye sorarak sohbete girenler oldu. Kendileri de bizim gibi yurtdışından (Ukrayna) İngiltere’ye bira tadımı için gelmişler ve dünyayı dolaşıyorlarmış. Bizde bazı kesimlerce hamallık olarak görülen biranın, mevcut markalara bakınca haksız da değiller ya, öyle bir fan kitlesi var ki yurtdışında gördüğü itibar 5000 yıllık tarihine yakışır cinsten.

Kernel biralarının lezzetine gelince nereden başlayacağımı bilemiyorum. Bunlar biraysa bizim içtiklerimiz bildiğiniz soda. Hafif arpa suyu aromalı soda diyelim de canım biralarımıza haksızlık etmeyelim. Tabi ki de her şeyde olduğu gibi bu da parasına göre, ama parasını ödemek istesek de maalesef yaşadığımız yerde bu veya bunun gibi biraları bulmak çok zor. Kernel’in sahibiyle biralarınızı Türkiye’ye ithal edelim (bunun mümkün olmadığını bilsek de) diye sohbete başladığımızda yeni bir tesis kurmayı ve üretim kapasitelerini arttırmayı planladıklarından bahsetti. Bu kadar takdir gören biraların da elbet daha fazla kişiye ulaşması gerekiyor, ama onlar adına henüz ihracat için erken.

Kernel’e gitme amacımız, aynı türdeki biraları farklı şerbetçiotlarıyla üretiyor olmaları ve dolayısıyla bizim de bu şerbetçiotlarının biranın genel tadına nasıl etki ettiğini görme isteğimizdendi. Chinook, Centennial, Nelson Sauvin ve 4C (yani Chinook, Centennial, Columbus, Citra) olmak üzere 1’i hibrit 4 farklı şerbetçiotunun tadını ve yarattığı etkiyi hissetmiş olduk. Bunlardan benim damak tadıma en çok uyanı Centennial oldu. Centennial’ın nane gibi ağzı ferahlatan ve temizleyen özelliği var ve diğerlerine göre daha baharatlı. Nelson Sauvin ile Chinook ise çok aromatik, biraya adeta tropik mevye ve kayısı kokuları salmış. Bunlar da aynı türden bambaşka ve muhteşem biralardı ama 2 taneden sonra bira olarak Centennial olanından içmeyi tercih ederim. Safari gibi likörlerle hazırlanmış kokteyllere ise öncelikli alternatif olarak görülebilir Nelson Sauvin ve Chinook şerbetçiotlarıyla yapılmış biralar. 4C ile yapılmış bira ise Chinook ‘a benziyordu ama bitişteki acılığı hatırı sayılır ölçüde daha fazlaydı ve damakta daha uzun bir etki bırakmıştı.

Bir de Centennial şerbetçiotuyla 2010’da üretilmiş yıllanmaya müsait muhteşem bir IPA (Indian Pale Ale) birası vardı. Bu biranın dibinde yaklaşık yarım parmak boyunda bir maya tortusu bulunuyor. Bu maya tortusu biranın tadını gün geçtikçe iyileştirerek birayı yıllanmaya müsait kılıyor. Belki 20-30 yıl için uygun değil ama dönerken kendim için aldığım ekstra 1 şişe birayı 10 sene sonra içmenin nasıl bir haz vereceğini şimdiden düşlüyorum J






Kernel biralarının tadımında en son sırayı olması gerektiği gibi siyah “stout” biralarına bıraktık.  Bira tadımının en temel kurallarından biri de açık renkten koyu renge doğru gitmektir. Aksi taktirde açık renkli biranın lezzetindeki detaylar, tadı daha dolgun olan koyu renkli bira tarafından bastırılacaktır. Birada şarapta olduğu gibi ağzınıza bir yudum alıp tükürerek tadım yapamazsınız. Bira, ağızdaki bitiş etkilerinin görülmesi için yutulmak zorundadır. Zaten Kernel biralarını tükürmeye hiç de niyetimiz yoktu ki, sıra stoutlara geldiğinde alkol oranı en az %7’ler civarında olan bu biralar sayesinde iyiden iyiye keyiflenmeye başlamıştıkJ





Kernel’in Imperial ve Breakfast olmak üzere iki çeşit “stout” birasın deneme fırsatını bulduk. İkisi de alkol oranı olarak %9’un üzerindeydi ama bu kesinlikle hissedilmiyor. Yoğun bir şekilde kavrulmuş malt alkolün keskin etkilerini çok başarılı bir şekilde bastırmış. Her iki birada da şerbetçiotundan gelen acılık hissediliyor ve bu benim oldukça hoşuma gitti. Breakfast Stout’ta hafif yanık lastiğimsi bir tat hissettim ve nedense bunu çok sevdim. Imperial olan ise, daha çok maltın şerbetçiotu acılığı ve espresso aromasıyla dengelendiği bir bira. Espresso aroması derken bunu sakın Efes’in dark Brown birasıyla karıştırmayın, kıyaslamayın veya aynı anda adlarını dahi ağzınıza almayın J  Aklınıza kahve aromalı bir bira gelmesin, zira bu tür doğal craft biraların kahvemsi aromaları daha çok kavrulmuş arpadan geliyor, yani yapay bir aroma bulunmuyor. Zaten bu da craft biranın en önemli özelliği, doğallık…










22 Mart 2012 Perşembe

İNGİLTERE BİRA TESİS ZİYARETİ – BİRA TADIM SEYAHATİ 1


5 ay gibi uzun bir aradan sonra bloğuma dönüp bir şeyler yazıp çizmek ne güzel. Hem de bira hakkında dolu dolu! Hayat o kadar rutin giderken ve bu kış ayının ortasında ne yapabiliriz diye düşünürken ben ve arkadaşım sevgili Murat ile hem brewery turlarına katılmak hem de farklı çeşitlerdeki biraları doyasıya tadarak damak tadımızı geliştirmek adına eş ve sevgililerimizden izin alarak (işin en zorlayıcı kısmıydı!) İngiltere’ye gitmeye karar verdik. Tabi burada tadımı yapılacaklar listesinde “bira” genellemesinden çıkıp İngiliz Ale’leri, Amerikan Ale’leri, Belçika Manastır Biraları (bunlar da Ale) ve diğer Lager’ler olarak sınıflandırmak daha doğru olacağından planımızı bunlara göre yaptık. Birada şarapta olduğu gibi tada etki eden üzüm gibi sadece tek bir ana bileşen olmadığı için tadımını yapacağımız biraların arasındaki farkları görmek adına malt, şerbetçiotu ve maya türlerini ve bunların kullanım oranlarını çeşitli kaynaklardan bulup tek tek not ettik. Böylece farklı markalardaki aynı tür biraların aralarındaki tat farkının nasıl oluştuğunu, kullanılan hammaddelerin tür ve oranlarının biranın tadına nasıl etki ettiğini görmek istedik...

Bu Blogda Ara